Okullarda Akran Zorbalığı
Son zamanlarda sosyal medyada ve televizyonlarda sıkça karşımıza çıkan akran zorbalığı, artık görmezden gelinemeyecek bir mesele haline gelmiştir. Dışarıdan bakıldığında “çocuklar arasında yaşanan bir anlaşmazlık” gibi görünse de bu durum aslında sessiz bir travmanın ve ileride yetişkin hayatına taşınabilecek derin bir yaranın başlangıcıdır.
Devlet okulları ve özel okullarda yaşanan olaylar, akran zorbalığının sadece pedagojik değil, aynı zamanda hukuki bir sorun olarak ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Akran zorbalığı; sözlü hakaretten fiziksel şiddete, ayrıştırma eylemlerinden tehdit içeren dijital saldırılara kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadır. Bir öğrencinin arkadaşları tarafından küçük düşürülmesi, sosyal medyada rızası dışında görüntüsünün paylaşılması, sürekli alay edilmesi ya da gruplardan ayrıştırılması gibi zorbalık içeren eylemler; yetişkinler tarafından gerçekleştirildiğinde Türk Ceza Kanunu’na göre hakaret, tehdit, kişisel verilerin hukuka aykırı paylaşımı, huzur ve sükûn bozma gibi suçlarını oluşturmaktadır. Ancak çocuklar tarafından akran zorbalığı olarak tanımladığımız eylemler hukuki boşluk nedeni ile maalesef gerçek karşılığını bulamamaktadır.
Yani “çocuklar arasında olur geçer” denilen birçok davranış, aslında açık bir hukuki ihlaldir. Üstelik bu ihlallerin mağdurları çoğu zaman susmayı tercih eden çocuklarımızdır. Çünkü yapılanların bir suç olduğunu, kendilerinin ise bir suçun mağduru olduğunu, çoğu zaman bilmemektedirler.
Devlet okulları açısından sorumluluk ise “kamu hizmeti” kapsamında değerlendirilmektedir. Eğer bir zorbalık olayı okul yönetiminin bilgisi dâhilindeyse ve gerekli önlemler alınmadıysa, bu durum hizmet kusuru sayılmaktadır. Bu da idarenin, öğrencisini korumadığı için tazminatla sorumlu tutulabileceği anlamına gelmektedir.
Özel okullarda ise durum daha da nettir. Türk Borçlar Kanunu’na göre öğrenciler okulun gözetimindedir. Bir öğrenci diğerine zarar verdiğinde, okul gerekli denetimi yapmadıysa gözetim yükümlülüğünü ihlal etmiş sayılır. Kısacası “bizim haberimiz yoktu” savunması hukuken geçerli bir savunma değildir. Çünkü okul, sadece bilgi değil; güven de vermek zorundadır. O güven sarsıldığında, bunun adı eğitim değil, ihmal olmaktadır.
Bugün zorbalık artık sadece teneffüs aralarında değil, telefon ekranlarında da yaşandığını görmekteyiz. Bir öğrencinin fotoğrafı sosyal medyada paylaşılıyor, alay konusu ediliyor, hatta siber zorbalık grupları kuruluyor. Bu, sadece çocuklar arasındaki bir iletişim biçimi değil; kişisel verilerin ihlali ve psikolojik şiddettir.
Veliler bu durumda yalnız değillerdir. Bu gibi durumlarda veliler hem Kişisel Verileri Koruma Kurulu’na şikâyette bulunabilirler hem de manevi tazminat davası açabilirler. Bu tür adımlar, sadece kendi çocuklarını değil, diğer çocukları da koruyacaktır.
Zorbalık fark edilmediğinde büyür. Bir çocuk susar, bir diğeri güler, bir öğretmen “abartmayın” der, derken sessizlik yeni mağdurları besler. Oysa çözüm yalnızca hukukta değil, farkındalıkta da gizlidir. Her okulun açık bir zorbalıkla mücadele protokolü olmalı; öğretmenler, veliler ve öğrenciler bu konuda bilgilendirilmelidir.
Çocuk hakları yalnızca kanunlarda değil; günlük tutumlarımızda da yaşar. Bir öğrencinin gözündeki korkuyu görmek, bazen bir dava kazanmaktan çok daha değerlidir.
Akran zorbalığı bir disiplin meselesi değil, bir hak ihlalidir. Ve her ihlal, hukuk devleti ilkesine gölge düşürmektedir. Okullar; çocukların kendilerini güvende hissettiği yerler olmalıdır. Korkunun değil, adaletin öğretildiği alanlar olmalıdır.


