SIRÇA KÖŞK
Sabahattin Ali, gençliğimden beri tüm öykülerini keyifle okuduğum bir yazardı.Yıllar önce onun ‘SIRÇA KÖŞK ‘ adlı eserini okumuş ve çok etkilenmiştim. Bu eseri sizlerle paylaşmak istedim.
Gençler, yetişkinler, çocuklar başlarını cep telefonlarından, bilgisayarlardan, sosyal medyadaki mesajlardan kaldıramadıkları için gittikçe azalan okuma oranı ile ‘KARNI TOK, BEYNİ BOŞ’ kitleler oluştu.
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arakadaş varmış. Gittikleri her işten sürekli kovulmuşlar. Yine kovuldukları bir gün , yüksekçe bir tepeye oturup, büyük ve mamur bir şehri seyrederlerken, içlerinden birinin aklına parlak bir fikir gelmiş. Hemen yerinden fırlayıp:
-Gelin benimle beraber , bu şehirde sırça köşk yapalım; Ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde rahat yaşarız, demiş.
Ötekiler:
-Bu sırça köşk de nedir? Diye sormuşlar.
İndikleri şehir , o memleketin başşehri imiş. Bu memlekette bütün millet çalışır ,herkes elinden gelen işi yapar, kimseden emir almadan, kimseye el açmadan, muhtaç olmadan kendi emeği ile bey gibi yaşarlarmış.
Üç ahbap , şehrin pazarında şaşkınlıklarını dillendirerek ve bunu da pazardakilere özellikle duyurarak dolaşmaya başlamışlar.
Nihayet onların bu şaşkınlıklarına anlam veremeyen bir şehirli dayanamayıp , sormuş:
Neye şaşırıyorsunuz Allah aşkına?
Sizin sırça köşkünüz yok mu?
O da neymiş?
Elebaşı yanındakilere dönüp:
-Burada durulmaz, hemen yolumuza gidelim, daha ‘Sırça Köşkten ‘ haberleri bile yok ! Demiş.
Derken şehir halkının merakı iyice artmış ve bu üç açık gözlülerin ‘ Sırça Köşkü olmayan şehir, sırça köşke bağlanmayan memleket olur mu?’ söylemlerine kanarak onlarda bir sırça köşk yapmaya karar vermişler.
İşte hikayenin en can alıcı bölümü başlıyor.
Halk el birliği , gönül birliği ile günlerce sırça köşk inşaatında çalışmış, evinden yiyecekler ve inşaat malzemeleri taşımışlar. Sırça köşkün birinci katı bitince, bu üç ahbap yerleşip, bir de halkın içinden köşkte çalışacak adamları seçmişler.
Şehir halkı artık yiyeceğinden , eşyasından, giysisinden ne varsa sırça köşke ve içinde çalışanlara taşımaya başlamış. Halk ‘SIRÇA KÖŞKE ‘ onun ihtişamına bakıp bakıp seviniyor ve mutlu oluyormuş. Deken sırça köşkten halka bir emir çıkmış:
-Burası hem bize hem de bize hizmet etmek için çalışanlara dar geliyor , bir kat daha çıkacağız .
Bu yolda sırça köşk yükseldikçe yükselmiş, çalışanlar çoğaldıkça çoğalmış.Halkın da bu sırça köşkte oturanlara taşıdığı yiyecek, içecek, giyecek öylesine artmış ki .....Artık halk yemiyor, içmiyormuş. Sırça köşkte yaşayanları, onlar adına çalışanları, ailelerini, ahbaplarını, yakınlarını doyurabilmek için var gücüyle uğraşırken , homurdanmaya başlayanlar ortalıkta dolaşmaya ve söylenmeye başlamışlar.
Sıça köşkteki üç ahbabın elebaşısına sormuşlar:
-Peki anladık . Sırça köşk ve onu yönetecek biri lazım ama bir sürü de aylakçı var?
Hepsine bir iş uyduran elebaşı, halkı susturmayı başarmış. Bütün bu odalarda oturan adamların pek lüzumlu olduğuna halkı inandırmış. Halk ise bu belayı başına kendisi sardığı için içine kapanmış. Sırça köşkte çalışanların kimine ışıkçıbaşı, kimine döşekçibaşı, kimi onun yamağı, kimi de yamağın yamağı derken baştakiler yiyici, yanlarındakilerde onlardan göre göre tembel ve aylakçı oldukça halkın da artık nefesi tükenmeye başlamış. İtiraz edenler ise yakalanıp, sırça köşkün bodrumuna atılmaya başlamışlar.
Halk içine kapanmış , korkmuş. Sırça köşkü yaptıranlar halka ; Bu öyle bir köşk ki hiç bir kuvvet bu köşkü yıkamaz, hiç bir güç de bizi buradan çıkaramaz! Diyerek halkı iyice sindirmişler.
Artık halkın verecek bir şeyi kalmamış. En son ellerinde kalan koyunları sırça köşke bırakıp giderlerken, homurdandıklarını gören elebaşı ; Sırça köşkün balkonuna çıkarak bir konuşma yapmış.
‘ Ey millet,bir çok şey verdiniz.Büyük sıkıntılara katlandınız.Ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz. Onun parlaklığı, onun azameti yanında nedir ki?.... Biz sizin şanınız , şerefiniz için çalışıyoruz . Bakın bugün getirip, bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik. Boğazımızdan kestik, kellerini de halka dağıtacağız. Hizmetkarlar , halka kelle dağıtmaya başlamışlar. Tam halk dağılırken içlerinden biri:
Ama bu başın beynini almışlar.
Elebaşı balkondan seslenmiş.
-Siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmezsiniz.
Başka biri :
Bu başın dili de yok!
Elebaşı , balkondan seslenmiş:
Canım dilin size lüzumu yok ! Yemesini bilmezsiniz!
Başka biri:
-Yahu bu başın gözünü çıkarmışlar!
Elebaşı seslenmiş :
Siz o gözün nasıl kullanılacağını da bilmezsiniz!
Halk tam dağılmak üzereyken, içlerinden biri boynuzundan tuttuğu kelleyi , sırça köşke fırlatmış! İşte o zaman herkesin şaşkın bakışları altında hiç yıkılamaz zannettikleri sırça köşkün duvarında koskocaman bir delik açılıvermiş.
Halk bu deliği ve ufacık bir kelleyle yıkılan sırça köşkü görünce öyle bir saldırıp, yerle bir etmiş ki sırça köşkü; içindekilerin başına yıkılmış.
İhtiyarlar çocuklarına bu sırça köşkü anlatırlarken, şu nasihatı vermeyi de unutmazlarmış:
‘SAKIN TEPENİZE BİR SIRÇA KÖŞK KURMAYINIZ.AMA GÜNÜN BİRİNDE NASILSA BİR SIRÇA KÖŞK KURULURSA ONUN YIKILMAZ, DEVRİLMEZ BİR ŞEY OLDUĞUNU SANMAYIN.EN HEYBETLİSİNİ, TUZLA BUZ ETMEK İÇİN ÜÇ BEŞ KELLE FIRLATMAK YETER’
Sabahattin Ali ‘nin bu eserini , ölümsüz eserlerinden ‘KUYUCAKLI YUSUF’U ‘ yıllar sonra büyük bir keyifle okudum. Dilerim cep telefonlarından ve sosyal medyadan, internetten kendini soyutlayanlar, Türk Yazarları’nın eserlerini hem kendileri okurlar hem de çocuklarına okuturlar.
Aramızda olmayan bütün yazarlarımızı , şairlerimizi ve sanatçılarımızı rahmetle ve saygıyla anıyorum.
(BU YAZIMI DAHA ÖNCE YAYINLAMIŞTIM. AMA TÜRK YAZARLARINI VE ONLARIN İBRET VEREN ESERLERİNİ GENÇLERİN TEKRAR OKUMASINI SAĞLAMAK VE İLGİLERİNİ ÇEKMEK İÇİN YENİDEN YAYINLIYORUM.)