ANA SÜTÜ VE KENDİN OLMAK
Başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin...
....
Hoşbeşten sonra Kemal yeniden merakla sordu:
“Öyle mi? Hiç bitmeyecek mi senin bu okuman?
Muhsin usta gözlüğünü çıkardı, camlarına hohladı, gözüne takarken, “Bitmeyecek” dedi.
“Hiç mi?”
“Hiç.”
Niyetin kâtip olmak mı yani?”
“Hayır.”
“Ya ne?”
“İnsan olmak.”
...
İnsan olarak değil, insan olma potansiyeli ile yaratıldığımız fikri çıkıyor yukarıdaki metinden. Elbette hep çok okumalar lazım oluyor bu arada.
Yaradan´ın ilk emri okumak...
Okumak, anlamak demek.
Anlamak, mânâyla ilgili. Mânâ da maneviyatla.
Maneviyat...
Çok tanıdık bir kelime. Kulaklarımızın işitmişliği çok. Peki “dudaktan kalbe” ne kadar indi maneviyat, asıl mesele burada.
Dudaktan Kalbe... Reşat Nuri Güntekin´in bir romanıdır ve cidden çok güzel, mânidar romanlarından biridir ve dizi film de yapılmıştır. Adından da içerik hakkında fikir yürütebilirsiniz.
Dudaktan kalbe geçiş yapamayan hiçbir şeyin hayatta kalma şansı yok. Yapma çiçekleri bilirsiniz, çiçektir ama yapmadır. Rayihasızdır.
Rayiha...
“ Hoş koku” demektir rayiha. Kokunun fizik sınırlarını aşmış, “beyinden gönüle” inmiş halidir.
“Dudaktan Kalbe”
“Beyinden Gönüle”...
İşte kalbe, gönüle inemeyen, kalpten, gönülden gelemeyen her şey, yok olur çünkü zaten gerçekte hiç var olamamıştır. Bir süre varmış gibi görünmüştür. Var olmakla, varmış gibi görünmek arasındaki fark da epey büyüktür, bilirsiniz.
Aynı üzerinde yaşadığımız dünya gibi.
Bir varmış bir yokmuş...
“Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara masallar okuyun. Daha zeki olmalarını istiyorsanız onlara daha fazla masal okuyun. ” Albert Einstein
Masallar boşuna böyle başlamıyor. Bakmayın, onların öyle uyumaları için çocuklara anlatıldıklarına. Asıl görevleri uyandırmaktır ve büyüklere, yükte hafif pahada ağır mesajları vardır. Yahu, “mânâ” lı bitişleri bile yeter, hani o kırk katırlı kırk satırlı. Üç elmayı da unutmamalı, yasak elma değil ödül elma, “iyilere” sunulan.
Cennet elması...
Yasak değil evet, sadece talebi var bizden. Çok bir şey değil. Manevi bir talep bu.
Manevi...
Mânâya dair demektir, unutmayın.
Çoğunlukla dini bir boyutta algılanır ama sınırları bu denli dar değildir. Maneviyata sahip olmak gerçekten gönül insanı olmak için mânâ denizinde sefere çıkmak lazım gelir. Hani sosyal medyada dolaşır ya, anlamak masraflı iştir diye. Cidden öyle.
Anlamlarını zaten bildiğimizi düşündüğümüz kelimeler ise en fazla çalışılması gerekenlerdir.
Anlamak işi olmadan manevi bir makam kazanılamaz. Ezberle olmaz. Taklitle olmaz.
Olmuyor. Bizzat kendimiz çalışmak zorundayız. Kopya çekemeyeceğimiz bir sınav bu.
Yalnız yürünebilecek bir yol. O derece dar ki bu yol ikinci bir insanı yanınıza alamıyorsunuz. Doğum ve ölüm gibi. Tek başınalık hali. Fena halde cesaret istiyor. İyi haber tam da böyle tasarlanmış olmamız.
Cesur, sabırlı, bilge.
Bu hasletler bizde var.
Onlara ulaşmak kolay değil.
Okumak istiyor. Sadece kitap da değil. İnsanı okumak, evreni okumak, yaradılışı okumak.
Neydi okumak?
Anlamaktı.
Muhsin Usta çok haklı. İnsan olmak öyle basit değil. Dünya okulunun öğrencileriyiz. Dersimiz “Anlamak”.
Anladıkça durulmak, duruldukça bilgeleşmek. Kendimizi bulmak.
İlim ilim bilmektir,
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır...
Biçare Yunus´umuzun bu dizelerini duymayan kalmamıştır aramızda. Kendini bilmek; kendini bulmakla ilgili ve bu öyle zor bir şey ki Yunus´un elinden İlahi bir mesaj miras edilmiş insanlığa.
Başkası olmak ya da kendin olmak, işte bütün mesele bu. William Shakespeare kardeşimiz “olmak ya da olmamak”, işte bütün mesele bu diyordu değil mi? Ne fark eder? Gökkubbenin altındaki tüm bilge ruhlar insanlığa aynı mesajları veriyor.
Varlığının sütüyle beslen, uzaklarda arama “ O” şahdamarından bile daha yakın sana diyorlar.
Ana sütünün bebek için önemi malum. En pahalı mamalar bile alamaz onun yerini.
Maneviyat...
Mânâya dair demekti.
Derin derin, yoğun yoğun anlamak. Anlamada kalmak. Bir annenin, bebeğinin her halinden anlayıp ak sütüyle onu büyütmesi gibi. Varlığının, varoluşun sütüyle...
“Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir.”
Yahya Kemal´le sadece bu cümlesinden dolayı bile tanışmak isterdim.
İşte “kendisi olabilen” nevi şahsına münhasır bir dev adam.
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik”
Yahya Kemal.
Galiba iman ve saygı yaradılışın bize verdiği cevheri bulup işletmek ve O´nun ışığını bu dünyaya yansıtabilmekle ilgili. Varlığının sütünü almış, kendiyle hizalanmış birinin (Yahya Kemal´den bahsediyorum.) insanî ve milli görevlerini yaptığına şahit oluyoruz.
Maneviyat bu türden bir şey olsa gerek.
Âvazeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.
Bu dizeler; babası müezzin, fakir bir ailenin çocuğu olarak doğup sarayda kazaskerliğe kadar yükselen “Şairler Sultanı” Baki´ye ait.
Sesini bu cihana Hz. Davut gibi salıp bırak, çünkü bu âlemde baki kalan tek şey, güzel bir iz bırakmaktır, diyor şair ve aynen böyle yapıyor.
Ben “insanın kendisi olma” seçimine edebiyattan örnekler verdim.
Edebiyat candır canandır, o cepte zaten ve edebiyat öğretmeni olarak vazifemdi. Siz her boyutta ve seviyede değerlendirebilirsiniz.
Ama okuyalım. Az da olsa, günlük birkaç satır bile olsa.
Belki bir cümle bile ışık olur, göğsümüzü açıp ferahlatır, düğümlerimiz çözülür, derdimiz deva bulur ve bizler de hoş bir sâdâ bırakabiliriz.
Neden olmasın can?
Zatına hoşça bak lütfen.